Borges Defteri:Edebiyat-Plastik Sanatlar-Sinema- Müzik Eksenlidir...



LİHFEN // Ulus Fatih


 


LİHFEN

Sonsuz vampir güneşleri, okyanusun derinlerini aydınlatıyordu. Karanlıkta ayışığı yalpalıyor, sokak aralarında gölgeler dolaşıyordu. Köşeden biri çıktı süzülerek, entarisi parıldıyordu... Meydandaki heykelin oraya kadar yaklaştı ve sütunların arasından çıkarak, Lihfen diye fısıldadım, Lihfen... Gece kuşları gibi ötüşen rüzgar yüzümü yalıyordu. Karanlıkta koluma girdi ve bir türlü gölgesini göremediğim sol kolu, sanki yok gibiydi. Kalabalık gelmeden uzaklaşalım dedi. Sarnıçların, yanıp söner gibi göz aldığı yola girdik. Arnavut kaldırımı sessizliği bozuyor, Lihfen'in takunyası kurt ulumalarını andıran bir melodi gibi, ay ışığına şarkılar söylüyordu.

Epeyce yürüdük ve Brooklyn köprüsünün altındaki mahzenlerde soluklanıp, bizi Boğaziçi'ne uçuracak kanatlı atımıza binmek üzere hipodrom yoluna saptık. Uzaklardaki sahile uzanan yol, uçsuz bucaksız bir okyanusa açılan ışık çubuğu gibi dümdüzdü ve keskin bir kılıç gibi parlıyordu. İlk köşeden sola döndük ve Pegasus'un, Truva Atı'na benzer dehşeti ve gökyüzüne uzanan kanatlarıyla bizi beklediğini gördük. Önce Lihfen'i bindirdim, Likya saraylarını da çınlatan takunyalarını eline verdim ve bana sıkı sıkıya sarılması için onu uyardım ve az sonra pembe parmaklarının belime dolandığını duyumsadım.

At uçmuyor, şahlanarak ve yıldızlı karanlıkları yararak ilerliyordu sanki. Andromeda'da mola verdik, Lihfen mızmızlanarak sızlandı ve buzdan kulaklarıma, bu gece karanlığında yolu neden uzattın dedi. İlk kez simsiyah dudaklarına yapıştım ve o anda dirseğini belime indirdi ve bu minicik ejderhalar ne arıyor ağzında diye bir çığlık attı. Aşağılara doğru baktım ve uçurumların içine bir bir süzülerek döküldü ejderhalar. Yıldızlardan, Lihfen'in üzerine kar yağıyordu.

Bir hayvan barınağında sabahladık. Gece Lihfen'le kanımız birbirine karıştı, onun eti ekmeğimiz, benim kanım şarabımız olsun. Kutup yıldızı geceden beri üzerimizde parıldıyordu, giderek yaklaştı ve ikimizi içine aldı. Halifenin orduları kılıçlarıyla, inanmışları bir kulenin tepesine sürüyor, orada sunağa başını uzatma yarışı içindeki mazlumların kanı, ta aşağılara azgın bir selinti, coşkulu bir çağlayan gibi dökülüyordu. Habeşli köleye benzer celladın gözleri tapınak kandili gibi gecenin karanlığını yırtarak göz kırptı ve sıra bize gelince Habeşli durdu ve Lihfen'in kulağına bir şeyler fısıldayarak bizi ta aşağılara, gayyalara fırlattı. Boşlukta kılıçlar bedenimizi ikiye ayırıyor ama bir türlü parçalanmıyor ve yatağanlar rüzgar gibi içimizden geçerken uzaklarda güneş batıyordu. Nasıl bir dünya bu diye bağırdık ve Lihfen'le birbirimize sarılarak, uçan bir halının üzerinde gökyüzüne savrulduk artık. Satürn canavarı geldi az sonra ve bizi zeplin gibi kucaklayarak Nil sularına bıraktı.

Dev gibi bir firavun ordusu yaklaştı yanımıza ve panter suratlı biri, Amon Ra'nın işaretiyle ansızın elest alemine ışınladı bizi ve nasılsa Andromeda'ya dönebildik. Soluk aldığımızı görünce, gerçekte nereye gidecektik biz dedim Lihfen'e , gel buraya dedi ve gümrah bir cennet nektarını andıran Vulva Yıldızı'nı gösterdi bana, sıcak bir buhurun içine girer gibi içine girdim, altın anahtarım karanlıkta bütün kovuklarını aydınlatıyordu. Bir süre sonra, ağır bir sağanakla, yıldırımlar boşandı. Gökyüzü gözyaşlarını tutamıyor, kederden mi sevinçten mi bilinmez, aralıksız şimşekler çakıyordu. Bir mezarlığın içinde gibiydik, kara taşların arasında, bir ayet çıktı önüme!.. Öylesine paralanmıştı ki, neredeyse okunmuyordu.

'Kıyamet gününde, seninle buluşacağız Lihfen ve Araf'ta göz göze geleceğiz. Ve bilmelisin ki, kutsal gözeneklerin kılıcımın buyruğu altına girecektir. Ve ben ordularımın başında, yıldırım gibi akacağım zülfünden ve yukarıdan , aşağıya, tepeden tırnağa seni kanımla yıkayacağım.

Ben seni yeterince anlayıp, kavrayamıyorum Lihfen...

Ey ruh, sevişmek için Sırat'ın sıgasını ve Araf'ın duasını bekleyemiyorum ben.

Bilinir ki, Hitit'in orduları o gün Kadeş'e geldiler ve firavunun ordularıyla cenkleştiler. Ve Muvattali'nin ülkesi bütünüyle Mısır'a göçtü ve Kleopatra sevindi. Çünkü azapla dolu, gürbüz köleler vardı. İşte bir yunus gibi yüzüyordu Lihfen orada. Ve gözlerinin önünde ben kendimden geçiyorum ve onun şişe burnunu seviyordum.

Ben anlayamıyorum Lihfen, yeryüzü bir cehennem değil mi, aşkın ve sevişmenin kuralları yazılmamış mıdır tunç kargılarla. Seni sevmeliyim ve ruhum özgür olmalı ha!.. Bu beni sakinleştirmeli ve cehennem başka yerler olmalıydı ha!..

Hepimizin bu dünyadan nefret etmek ve iğrenç tanrılarımızdan kaçınmak için yeterli gerekçesi var. Korona'nın Kraliçesi söylüyordu bunu...

Lihfen...

Ruhum hepimizi yok etmek istiyor ama bu olanaksız biliyorum. Öyleyse ben hiçliğe savrulmalıyım ve işte o zaman, yaşadığımı anlıyorum ben. Biliyorum ki yaşıyorum. Şu dünyada, sen benim olmalıydın Lihfen!.. İç içe iki kaşık gibi girmeliydik birbirimize, tek bir beden olmalıydık.

Karanlık ruhumun koridorlarında her gece seni düşlüyorum ben. Ve beni doğurduğunu görebiliyorum her tan atımında. İnlemelerle!.. Dilim içinde kayıyor ve anahtarım yeryüzünün bütün kapılarını açıyor. Kanım kanında dolaşıyor Lihfen. Sen benimsin.

Ve işte okyanus dalgalarının içinde, yitip giden Solaris'im.

Sen benim benliğimsin Lihfen. Senin tunçtan bedeninle sevişebilirim. Hayalini bir buhur gibi içime çekebilirim. Bu ne kadar kötü diyorlar Lihfen, biliyorum ki, ruhun bunu duyumsuyor. Elem okyanuslarının tek ortağıydın sen. Her gece kulaklarım çınlıyor. Aşkın ve bağlılığın, son iç çekişine yaklaştığını biliyor yeryüzü. Aşk artık burada oturmuyor. Ve her gece yağmurlar yağdığını ve her gece ıslandığını biliyorum ben. Ve tüm ıstırapların Roma'ya çıkan Appian yolu olduğunu da...

Hiçliğe savrulmak üzereyim ben. Ve o anı biliyorum. Affet beni. Gecede zincirlerimden boşanmak üzereyim ve bilirsin ki Lihfen, yıkıntılar arasında bir ilahiyim ben. Affet beni tanrıçam...

Biliyor musun, affediyorsun Lihfen...

Ve yağmurun sesiyle uyanıyorsun bak... Yağmur seni mutlu ediyor ve kızıl ışıltılar içinde, gökten doğru durmaksızın yağıyor!..'

Sildiniz mi her şeyi.

Silmeye gerek yok.

Geçmişten, geleceğe dönülmüyor ki!..


ULUS FATİH


Ses Gittiğinde / Ömer Serdar (Ayvaşa)


 


Ses Gittiğinde

 

ses gittiğinde başlamıyor

başımla gözümle demir yalazı elbet

bu kısmı benden olsun ey

kıvılcım serüvenlerin eğilsin

onca sönen fer benden

hiç kimse yakamazken bu kenti

olsun

 

elindeyse

ki artık her şey imkânsızlığın

buz dağlarına kattığın avuçların

dokunan ellerinin savurganlığı

 

ellerinin savurganlığını dokun an

hangi yönden gelirse gelsin kabul ettiğin rüzgâr

tutunur tutuşur surların

ne neron ne roma ne sütunların için

yalnız kavrulursun

yalvar yakar

 

dülgerin bütün yongalarını sen yakarsın

duman duman inkâr kapsarsın atmosferine

detaysızlığını oynarsın

onarsın yonga mevsimini

 

gittiğinde ses

dörtte üçünü dünyanın bir adıma üç yörünge

sarıyor söndürüyor ıslak burçların

 

üç gün mü desem üç ay mı üç yıl mı

kale esaretine batırıyor, boğuyorsun

okyanus diyorlar ya

ardına akmayı sürdürüyorsun tüm nehirlerin

infazına

yanıyor yakıyor yıkıyorsun

 

bir buzul erimiyor... övünç

ozon olduğu için sevgilisi

dayanıyor

övünç

 

antartika ele geçiyor

bilmiyorsun

tutmalısın ümit burnu’ nu

gizliyorsun

hiç ilgin yok oysa

 

ey ses ! eğme başını

sustuğun yön bu övgü

bilmiyorsun kavradığını boğazı.

ÖMER SERDAR (AYVAŞA)


Bir Oruç Aruoba Portresi // Sufi.


 

Aruoba Anısına.../ gittiğin gün!


İlk gençliğimin yaprağıydı, büyüdü, serpildi, büyüttüm, çoğalttım o yaprağı ki çok şey öğrendim o hücrelerden. Sonra baktım ki "Doğançay Çınarları" kadar derin biçimde zihinsel dünyama kök salmış.
"Bahar mevsimde hazan olmaz(dı) ama Aruoba söz konusu olursa her şey
ihtimal dahilinde" yazdı dostum ve bir ikinci cümle kurmuştu ki esas o
beni derinden etkiledi: "kurtuluş bazen hepimizi ezer geçer, kişi
kurtulur, huzura kavuşur ama yıkım etkisi bizde devam eder
".
Bu sözler üzerine çok düşündüm, çünkü başka bir açıklama yok, nasıl bir "kurtuluş" olabilir ki?
Neden, kimden kurtuluyorsun?
Tekrar yazdım dostuma ve iki soru sordum.
Gelen yanıtlar, her şeyi anlamlandırdı zihnimde.
Meğer çok ağır hastaymış, tıbbı müdahaleye izin vermeyen türden bir
durum ve de gidebildiği ana kadar olmuş bilimin yanıtı!
Çok üzüldüm, çok.
"Bunca acıyı hak etmiyordu" diyeceğim ama onun yaşamı zorluklara
meydan okumaktan ibaretti, son seneleri dışında ki o da aslında bir çeşit
hazırlıktı, "gitmek için".
Ben de yeni öğrendim, bugüne kadar ne dostum ne de kimse söz etmemişti, meğer Fahriye hn, uzun zaman, onu bir melek gibi korumuştu İzmir'de. Sağ olsun, var olsun.
Kitaplarıyla, geride bıraktıkları hep anılacak sevgili Oruç Aruoba.
“-Adınız "Oruç".
- Evet, siz bakmayın adımın Oruç olduğuna, ciddi ciddi Oruç da tuttum,
annem, sen daha çocuksun tutma derse de, ben hep tuttum. Bayram
Namazına da gittim, sonra olan oldu
".
Yani ciddiyeti kadar mizahı da güzeldi Aruoba'nın.


Sizinle de paylaşayım onun hakkında can dostumun yazdıklarını:

"Ulan, Lan" sözcükleri onun dilinden bal damlası gibi tatlı biçimde
çıkardı, kafasının kızdığı şeye, "çöp lan bu" derdi.
Toplu halde restoranda yemek yenildiğinde ve sıra ödemeye geldiğinde: "elleri balık kokmayan birisi ödesin" derdi.

Mütevazi bir kişiliği vardı, onun tevazu çemberi öyle böyle değildi.


-"Ben şair değilim" dediğini çok duydum, "ben bu şeylere layık
değilim
" dediğini de.


Enis abiyle le çok yakın ve derin bir dostlukları vardı, son demine kadar
üstelik. Ortak projeleri de çok oldu, en son bir dergi projesinde
bir araya geldiler, Enis abi davet etmişti, son çıkışı oldu sanırım. Oruç,
geceden yanaydı, bir gece değil 10 saat-8 saat, 80 saat de sürse(ydi)
bu onu mutlu ederdi. Sabah ezanı gibi gecenin perdesini çekerdi, bu
hep böyle oldu. Kimi yazarlar sabah vaktinde coşarlar, huzuru
bulurlar, yazı masasına otururlar. Oruç için gece her şeydi.
Yemek veya şöyle diyelim "beslenmek" gibi bir kavram yaşamında hiç yer
etmedi. Azla yetindi, bir ermiş gibi hep içindeki tüketti. Bu bilinçli
bir tercihti. Ne yaptığının farkındaydı.
Daha 17 yıl önce küçük bir hastalığında bizim İsmet'in Dr. eşine
götürdük, bir yığın tetik istedi ve sonunda "Oruç bey hiç iyi
beslenmiyor, dedi
.”


Özlem sözcüğünü bir okuruna sorar, "özlemek" nedir? der, elini
yüreğine götürür, "öz işte" gösterirdi... O.A'yı "özlemek" de öyle bir
şey Sur, elim yüreğimde şu an
...”

+ (.....)

***


ve gitti,
ve gittin,
ansızın,
an
sızı
n

yeniden ayrılık diyor gece kuşları,
gittikçe daha uzak
gittikçe ulaşılmaz.

buradasın şair.
sen ancak ben ölürsem, ölürsün.
ölmedin ki.

Sufi.


Su Wall Kim / Çev. Sufi.


 


Su Wall Kim, Güney Kore'nin en büyük şairlerinden biridir. Gerçek adı Jang Shik.

6 Ağustos 1902'de Kusang şehrinde (bugünkü Kuzey Kore'nin Pyong'an bölgesi) doğdu. İlk şiirini 1920'li yıllarda bir dergide yayımladı. Bu yayın Japonya'da eğitim gören Koreli mezunlar tarafından kurulmuştur. So Wal Kim, altı yıllık faaliyeti boyunca toplam 154 şiir yazdı. Bunlardan 126 tanesi 1925 yılında seçilerek Açelya Çiçekleri adlı kitapta yayımlanmıştır. Türkçe çeviri için seçtiğim şiirleri  İspanyyol’cadan yeptım. Fırsat yaratırsam diğer 151 şiirin tamamını çevireceğim.

Su Wall Kim’in şiiri aşkın dilidir adeta, kendi yaşamından damıttığı özgün bakış açısıyla. “Dost” başlıklı şiirinde geçen tanımlama bugünün insanı için ne denli gerekli olduğunu tahmin bile edemeyiz, hepimizin arzuladığımız o sıkı ve de kayıp kavram: dost!

Sufi.

 

 

Dost

 

Dost, üzüntülü anlarda mutluluk kaynağıdır

Ve aşık olduğunuzda neşe kaynağıdır.

Çilekler çiçek açtığında koku

havayı sarar

Ve kırmızı biberler olgunlaşır,

Kadehi doldur dostum!

 

***

Sevgilinin Şarkısı

 

Özlediğim sevgilimin net şarkısı

sinemde yankılanıyor

Her gün onun şarkısını dinlesem

Sevgilimin özlediğim güzel şarkısını

Gün batımından sonra akşam karanlığına kadar

kulağımda.

Akşamdan yatma saatine kadar

kulağımda.

Yavaşça süzülen o şarkı.

Uykum derinleşiyor gibi görünüyor

yalnız yatağımda uzanmış

huzurlu uykum yavaş yavaş derinleşiyor.

Sabah  uyandığımda şarkıyı unutuyorum.

Sevgilimin şarkısını her duyduğumda

tamamen unutuyorum.

 

***

 

Senin İçin

 

Senin için güneş dağın zirvesinde batıyor.

Senin için yükseliyor ve sabahı müjdeliyor.

Eğer dünya sönse ve gökyüzü de kapansa

Benim açımdan bunların hepsi senin yüzünden.

Zamanı gelince bunların hepsini sana atfedeceğim

Ve duygularım bir gölge gibi yine sana gelecek

Sen benim sevgilimdin.


 Su Wall Kim / Çev. Sufi.


1+1 Şiir // Sabahattin Umutlu


 


kör nokta

 

çünkü makus tarihidir şehr-i bizans

icazet icabetten. icazetten icabet

bahşedilmiş gölge kimi

kimine güllabici odunlar

birazı havuç sopa. sonrası talim terbiye.

karanlığı yara yara yarasa

etrafında cam kürenin pervaneler dönenir.

devletle halvet üzreyken şairler vesairler

gölgesi kör noktada bir kelebek kanatlanır

Beyoğlu’nda bi karakol. bir boğulmuş bi çığlık

işkencenin dalında asılıdır.

hepimizin kardeşi adı: festus okey…

bir jiletin iki ucu birbiriyle bilenir

akıl ile teknoloji aynı kompartımanda yüzer

yalancıdır kameralar. mürekkep işbirlikçi

harfler tutukluk yapar. cümle alem kötürüm.

Nijerya’dan taksim’e bata çıka bir nehir.

cevapsız bir aramadır, kendi sesinde yankı

birazı solgun güneşten, hayaletten hayalden

rengarenk gökyüzü ,bulutları göçebe.

çığlığı delik deşik rutubetten evlerin

şarkıları perdesiz sularda bir mezarlık

her gecenin sonunda başka yollar denenir.

cümlenize tutunmuş mülteci bir kelime

gezinirken içinizde her gün başka bedende

suya düşen bir hayalin kıyıdaki cesedi

kim çizmiş, bu sınırları, denizlerin üstüne

tahakkümden ölüme, bir dünyanın ucundan

özgürlüğe kanattır, kırlangıç yarası

bir şiirin üstünden geçip giden bulutlar

ağustosta, harfleri, kanlı, kayıp gömlektir.

sınıraşırı öfke ,bilendikçe bilenir.

aynasızlar şehrinde karartılmış her delil

lacivert de bir renkti kirlendikçe kirlendi.

kağıtsızım kağıtsızsın kağıtsız

haymatlosum haymatlossun. haymatlos!

 

beni soran oldu mu

“ sareri hovin mernem”*

yağmur bitince mi uyusun çocuklar

salyangozlar şehrinde kötürüm o sokaktan

ölü doğmuş sombahara. hançerlenmiş bir yaza.

iki dağın arasında nefes nefeseydi güneş

ezgisi son kuğunun. arka bahçesiydi dünyanın

çığlık çığlığaydı gün. kıpırdandı son semender

duvarda paslı çivi. gözleri iki yara kanayıp durdu dün.

sıkışıp duran kalbinde çağlayıp duran su

yıkılıp duran hayal. geçer mevsim şeridinden

aynaların görmediği gölgesinden ağaçların

bedeninde bin yarayla rüyası uzun geceden

boğulmuş çığlığıyla arasından bıçakların

resmirevana günlere güneşlere...

arshil ile gorky’den.

eskizinden ol hayatın

geçip eşiğinden yaranın

göz göz olmuş o yaranın.

kalbi kırık çerçeveden duvardaki o çiviye

dikerdi hep gözlerini uzayan bir gölgeye

gözleri gözlerinde asılı kalan günlere

tuşlarında piyanonun gezinen o soruya

rüzgarına dağlarının. Yersiz yurtsuz notaya

b e n i s o r a n o l d u m u…

b e n i s o r a n o l d u m u…

 karşılıksız o soruya

kara kara trenlere

cinnete hep cinnete

dalıp dalıp uzaklara

tarihte kalakalışım

haykırışın dipsiz kuyuya

bakışına bakakalışım.

çığlık çığlığaydı orman

bırakınca elini o ağacın

gözleri iki gözüm

beni soran oldu mu…

harmanlayıp kendimi

denize bakıyorum arada

hal hatır soruyorum şiire

olmuyor işte olmuyor

içimize bir ferahlık olmuyor

 

şimdi nasıl nereden

gözlerimi getirsem

karıştırsam sözlükleri

dilimde aynı şarkı

hangi karesindeyim filmin

o sahne yanık sahne

bir soru bin soruyla

görüntü donakalıyor

gomidas’ın sustuğu

o saatte o yerde

selam durduğum ağaçlar

duvarları la paix’in

üstüme üstüme geliyor

pınarları kütahya’nın …

 

şehir. alnımda o derin çizgi

atların su içtiği

elleri

yoktu

annemin.

göl. iki ucu arasında gidip de dönemediğim.

yağmur dindi.

koro sustu.

aradığınız küllere şu an ulaşılamıyor…

peki ama maestro

kardeş kardeşe jilet devreder mi…

-…………….

-………..

- .….

- aram…

- yok bişey…

* gomidas vartabed. “dağlarının rüzgarına öleyim”

 Sabahattin Umutlu 


Independent Literature Journal (Portal) from Turkey

***


Link:

  • FELSEFE NOTLARI
  • 2-felsefe-notlar
    Felsefe Notları; Akşamın sisiyle şafağın ışınları arasındaki ses. Herkes için, Kimse için !

    ***


    P.E.N/TURKEY

    ***


    Hür Yumer
    1

    ***


    ÖMER SERDAR
    mer-serdar

    ***


    ORUÇ ARUOBA
    oruc-aruoba-yasamini-yitirdi-737945-5

    ***


    artist-15
    Enis Batur
    "Benim burada durduğuma bakmayın genç yoldaşım: Burada değilim ben artık, gövdem çürümeye şimdiden başladı, ruhum uçtu ve adresini bilmediğim bir dala kondu..."-E.B

    ***


    Leon Felipe
    batuhan-alpugan-leon-felipe1

    ***


    ***


    TELGRAFHANE,SANAT
    Sanat ve Edebiyat

    ***


    MURAT GÜLSOY
    Murat GÜLSOY | 602. Gece [Kendini Fark Eden Hikâye]

    ***


    ÜÇ RENK
    Üç Renk: renkler, düşler, farklı bir deneyim ve üretim!..

    ***


    Kerem Kamil Koç(SubCulturia)
    kkk
    SubCulturia:"New Media Theory Group" Projesini destekler..."

    ***


    Oğuz Atay/Arşiv
    o-uz-atay
    Oğuz Atay / Arşiv (Borges Defteri'nin bu arşivde yer alan önemli belgesi. İlk kez "defter" yayınladı bu belgeyi)

    ***


    Şair Çalışıyor/dergi arşivi
    Şair Çalışıyor/Dergi Arşivi

    ***


    Şiir Penceresi
    "Bir başka bakmak için..."

    ***


    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi
    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi

    ***


    ***


    Mustafa Nazif Fotoğraflar
    Sanat-Fotoğraf

    ***


    "Biri Dergisi- Mustafa Ziyalan
    Sanat-Edebiyat

    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***